Sendika Nedir? Sendikaların Tarihçesi ve Önemi

Sendika Nedir? Sendikaların Tarihçesi ve Önemi
Yazı Özetini Göster

Sendika dediğimiz şey aslında çalışanların bir araya gelerek oluşturduğu örgütlü yapılardır. Amaç ne mi? En basit haliyle, çalışanların haklarını korumak ve geliştirmek. Yani işçi ile işveren arasındaki o dengesiz güç ilişkisini biraz daha adil hale getirmek. Mesela maaş pazarlığı yaparken yalnız kalmazsın, sendika senin adına konuşur, senin için masaya oturur.

Tarihçesine baktığında, sendikaların 1800’lü yılların ortalarına doğru sanayi devrimiyle beraber ortaya çıktığını görürsün. O zamanlar işçiler 12-14 saat çalışıyor, neredeyse hiç hakka sahip olmadan ağır işlerde sömürülüyordu. İlk grevler, protestolar derken işçiler seslerini duyurmayı başardı. Ve işte bu süreç sendikaların doğuşuna zemin hazırladı.

Günümüzde sendikaların önemi hâlâ büyük. Evet, dünya değişti ama hak arama mücadelesi bitmedi. İş güvencesi, adil ücret, sosyal haklar gibi konularda sendikalar hâlâ çalışanların en önemli dayanağı. Yani bir iş yerinde sendika varsa, çalışan kendini yalnız hissetmez; bir dayanışma ve güven duygusu oluşur.

Sendikalar
Sendikalar

Türkiye’de Sendikalaşma Oranı ve İstatistikler

Şimdi gelelim Türkiye’deki duruma. Resmî verilere göre Türkiye’de çalışanların sendikalaşma oranı, Avrupa ülkelerine kıyasla oldukça düşük. 2024 yılı itibarıyla toplam çalışanların yaklaşık %14’ü bir sendikaya üye. Bu oran özellikle özel sektörde daha da aşağılara iniyor. Yani sendikalar hâlâ birçoğumuz için “uzak bir kavram”.

Bunun birçok sebebi var. Birincisi işveren baskısı. Ne yazık ki birçok iş yerinde sendikaya üye olmak bir risk gibi algılanıyor. Hatta bazı yerlerde “sendikaya girersen işin tehlikeye girer” gibi örtük tehditler bile olabiliyor. Bu durum, sendikal haklara dair farkındalığın ve güvenin düşük olmasına neden oluyor.

Ama ilginçtir, sendika bilinci genç çalışanlar arasında yavaş yavaş yeniden yükseliyor. Özellikle teknoloji firmaları, medya ve lojistik gibi sektörlerde yeni nesil sendikalar kuruluyor. Bu da gösteriyor ki, örgütlenme ihtiyacı her dönemde varlığını sürdürüyor. Yeter ki doğru, şeffaf ve etkili bir yapıyla gelsin.


Küresel Haklar Endeksi 2025: Türkiye’nin Durumu

Küresel Haklar Endeksi, her yıl dünyadaki işçi haklarının ne durumda olduğunu ölçen önemli bir rapordur. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) tarafından yayınlanır. 2025 verilerine göre Türkiye, maalesef hak ihlalleri bakımından yine en kötü puanları alan ülkeler arasında yer aldı. Bu tablo oldukça düşündürücü.

Raporda özellikle ifade özgürlüğü, grev hakkı ve sendikal faaliyetler üzerindeki baskılar öne çıkıyor. Sendika temsilcilerine yönelik işten çıkarmalar, grev yasakları ve yargısal baskılar gibi uygulamalar Türkiye’nin endeksteki yerini olumsuz etkiliyor. Ve bu sadece ulusal bir sorun değil; uluslararası imaj açısından da ciddi bir handikap yaratıyor.

Ancak bu endeks bize sadece sorunları değil, gelişim alanlarını da gösteriyor. Eğer sendikal haklar anayasal güvence altına alınır ve iş yerlerinde sendikal faaliyetlere karşı tolerans artarsa, Türkiye birkaç yıl içinde bu listede çok daha iyi yerlere gelebilir. Ama bunun için politik irade ve toplumsal baskı şart.


Toplu İş Sözleşmesi Görüşmelerinde Son Gelişmeler

Toplu iş sözleşmesi (TİS), bir sendikanın işverenle çalışanlar adına yaptığı maaş ve hak pazarlığıdır. Son zamanlarda Türkiye’de bu görüşmeler daha da kritik hale geldi çünkü enflasyon, asgari ücretteki dalgalanmalar ve çalışma koşullarındaki belirsizlikler sendikaları daha sert müzakerelere zorluyor.

2025 yılının ilk çeyreğinde özellikle kamu işçilerinin TİS görüşmeleri kamuoyunda oldukça ses getirdi. Sendikalar, yüksek enflasyon karşısında maaşların reel anlamda değer kaybetmemesi için ciddi taleplerde bulundu. Kimi sektörlerde uzlaşma sağlandı, kimilerinde ise grev sinyalleri geldi.

Bir başka dikkat çeken gelişme de, kadın çalışanlara yönelik özel maddelerin sözleşmelere girmesi. Kreş hakkı, doğum izni süreleri ve esnek çalışma gibi konular artık sadece yan madde değil, ana gündem maddesi haline geldi. Bu da bize gösteriyor ki, toplu sözleşme artık sadece para değil, yaşam kalitesi mücadelesi anlamına da geliyor.


Sendikaların Dijital Dönüşüm ve Teknoloji Adaptasyonu

Dijital çağdayız, bunu kabul edelim. Ve evet, sendikalar da bu dönüşümden nasibini almak zorunda. Geleneksel toplantı salonlarından çıkıp, artık dijital platformlarda örgütlenmek gerek. WhatsApp grupları, çevrimiçi anketler, Zoom üzerinden yapılan genel kurullar… Bunlar artık sendikaların yeni normalleri.

Ama hâlâ bu dönüşüme ayak uyduramayan sendikalar da var. Mesajlarını genç kitleye ulaştıramıyor, sosyal medyayı etkili kullanamıyor ya da çevrimiçi katılımı teşvik etmiyorlar. Oysa bugün genç bir çalışan, taleplerini dijital ortamda ifade etmeye daha yatkın. Bu yüzden sendikaların dili, arayüzü ve yöntemleri artık yenilenmeli.

Öte yandan teknoloji, sendikaların veri toplama ve analiz gücünü de artırabilir. Hangi sektörde ne kadar hak ihlali var, hangi bölgede sendikalaşma daha yaygın gibi bilgiler anlık takip edilebilir. Kısacası, dijitalleşme sendikalar için bir tehdit değil, büyük bir fırsattır. Yeter ki bu fırsatı görebilecek vizyona sahip olun.

Asgari Ücret ve Sendikaların Rolü

Asgari ücret dediğimiz şey, bir çalışanın geçimini sağlayabileceği en düşük maaş seviyesi olarak tanımlanır. Ama işin gerçeği şu ki; bu ücretin ne kadar olacağı, doğrudan politikadan ekonomiye kadar birçok faktöre bağlı. İşte bu noktada sendikalar devreye giriyor. Çünkü asgari ücretin belirlenmesinde çalışanların sesi olmak, sendikaların en önemli rollerinden biri.

Her yıl yapılan Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplantılarında işçi tarafını genellikle en büyük işçi konfederasyonları temsil eder. Onlar sadece “ne kadar maaş verilsin” diye konuşmaz, aynı zamanda geçim şartlarını, enflasyonu, hayat pahalılığını da masaya getirir. Yani masa sadece rakamlarla değil, gerçek hayatla da doludur. Sendikalar, bu süreçte pazarlık gücü kadar kamuoyu desteğine de ihtiyaç duyar.

Son yıllarda asgari ücret artışları ciddi gündem olurken, sendikaların bu konuda sesi daha fazla çıkmaya başladı. Özellikle genç işçiler ve özel sektör çalışanları için asgari ücret, hayatın devam edip etmeyeceğini belirleyen kritik bir eşik. İşte tam burada sendikaların mücadelesi, sadece bir zam değil, insanca yaşam hakkı anlamına gelir.


İşçi Sağlığı ve Güvenliği: Sendikaların Talepleri

Bir işçinin sabah evden çıkıp akşam sağ salim eve dönmesi, aslında bir lüks değil, en temel haktır. Ama gel gör ki, Türkiye’de her yıl binlerce iş kazası yaşanıyor, yüzlerce kişi iş başında hayatını kaybediyor. Bu durum, sendikaların “önce insan” diyen sesini daha da yükseltmesine neden oluyor. Çünkü işçi sağlığı ve güvenliği, artık sendikaların olmazsa olmaz gündemlerinden biri.

Sendikalar, iş yerlerinde alınması gereken güvenlik önlemleri, ekipman kalitesi, eğitimlerin düzenli verilmesi gibi pek çok konuda ısrarla taleplerini dile getiriyor. Hatta bazı iş kollarında bu talepler, işverene karşı grev sebebi bile olabiliyor. Çünkü kâr uğruna insan hayatının riske atılmasına kimse sessiz kalmak istemiyor.

Ayrıca COVID-19 pandemisi süreciyle birlikte iş yerlerinde hijyen, uzaktan çalışma düzenlemeleri, kronik hastaların korunması gibi konular da sendikaların mücadele sahasına eklendi. Yani artık güvenlik sadece baret takmakla sınırlı değil; fiziksel kadar psikolojik sağlık da sendikaların gündeminde yer alıyor.


Kamu Sektöründe Sendikal Haklar ve Kısıtlamalar

Kamu çalışanları dediğimizde aklımıza öğretmenler, doktorlar, memurlar geliyor. Peki onların sendikal hakları özel sektördekilerle aynı mı? Maalesef hayır. Türkiye’de kamu çalışanlarının sendikalaşması yasal olsa da, uygulamada birçok kısıtlama ve sınır bulunuyor. Bu da kamu sendikalarının etkisini daraltıyor.

Mesela kamu çalışanları grev yapamıyor. Evet yanlış duymadın; kanunen yasak. Oysa sendikal mücadelenin en güçlü silahı grevdir. Bunun yerine “toplu görüşme” yöntemiyle talepler dile getiriliyor, ama bu süreçlerde çoğu zaman işveren (yani devlet) masada daha güçlü kalıyor. Bu da çalışanların sesinin yeterince duyulmamasına yol açıyor.

Yine de son yıllarda kamu sendikaları daha fazla örgütlenmeye başladı. Özellikle öğretmenler ve sağlık çalışanları içinde sendikal bilinç yükseliyor. Ancak bu örgütlenmenin etkili olabilmesi için yasal reformlara, ifade özgürlüğünün korunmasına ve siyasi baskıların kalkmasına ihtiyaç var.


Genç İşçiler ve Kadınlar Arasında Sendikalaşma Trendleri

Eskiden sendika denince akla daha çok tecrübeli, belli yaşa gelmiş işçiler gelirdi. Ama artık tablo değişiyor. Yeni kuşak çalışanlar – özellikle Z kuşağı – çalışma hayatında daha fazla adalet, esneklik ve hakkaniyet istiyor. Bu da onları sendikalara yönlendiriyor. Artık gençler sadece “patron ne verirse o” demiyor, örgütlenmek istiyor.

Kadınlar içinse durum biraz daha karmaşık. Hem iş hayatında ayrımcılıkla mücadele ediyorlar hem de sendikal yapılarda yeterince temsil edilmiyorlar. Ama bu da yavaş yavaş değişiyor. Özellikle tekstil, sağlık ve eğitim gibi kadın yoğun sektörlerde kadın odaklı sendikal oluşumlar artıyor. Kadınlar artık sadece üye değil, yönetici de olmak istiyor.

Bu iki grup – gençler ve kadınlar – aslında sendikal hareketin geleceğini belirleyecek. Çünkü daha adil, eşitlikçi ve dijital dünyaya ayak uydurmuş bir sendikal anlayış, onların talepleriyle şekillenecek. Şimdiden bazı sendikalar gençlik kolları, kadın komisyonları kurarak bu dönüşüme öncülük etmeye başladı bile.


Sendikaların Çevre ve İklim Değişikliği Politikalarına Katkısı

Sendikalar sadece maaş konuşur” diyenlere güzel bir cevabımız var: Hayır, artık sadece maaş değil; gezegenin geleceği de gündemde. İklim değişikliği, çevre felaketleri, doğa tahribatı gibi konular, işçi sınıfını doğrudan etkiliyor. Çünkü çevre kirliliği en çok alt gelir grubunu, sanayi bölgelerinde çalışan işçileri vuruyor.

Bu yüzden son yıllarda sendikalar, çevre mücadelesine aktif olarak dahil olmaya başladı. “Yeşil işler”, “adil dönüşüm” gibi kavramlar sendikal literatüre girdi. Yani hem çevreyi koruyalım hem de çalışanları mağdur etmeyelim yaklaşımı benimsendi. Bu özellikle kömür madenleri, enerji santralleri gibi dönüşüm gerektiren sektörlerde çok önemli.

Türkiye’de de bu konuda ilk adımlar atılıyor. Bazı sendikalar, çevre STK’larıyla ortak kampanyalar yapıyor, iş yerlerinde karbon salınımını azaltacak öneriler sunuyor. Kısacası sendikalar sadece hak savunucusu değil, artık iklim adaletinin de bir parçası haline geliyor.


Uluslararası Sendikal İş Birlikleri ve Dayanışma Eylemleri

Bir ülkedeki işçilerin hakları sadece o ülkeye bağlı değil. Bugün uluslararası şirketler her yerde; dolayısıyla mücadele de küresel olmalı. İşte bu yüzden sendikalar artık sadece ulusal değil, uluslararası dayanışmalarla da hareket ediyor. Avrupa’daki bir grev, Latin Amerika’daki bir direniş, Asya’daki bir hak gaspı artık hepimizin gündeminde.

Türkiye sendikaları da bu ağlara dahil. ITUC (Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu), ETUC (Avrupa Sendikalar Konfederasyonu) gibi büyük organizasyonlarda Türkiye’den temsilciler yer alıyor. Hatta bazı durumlarda yabancı sendikalar, Türkiye’deki direnişlere destek bildirisi yayınlıyor. Bu da işçilerin sesinin dünya çapında yankılanmasını sağlıyor.

Bu iş birlikleri sadece moral değil, stratejik destek de getiriyor. Eğitim programları, fon kaynakları, ortak kampanyalar gibi birçok alanda birlikte çalışılıyor. Özellikle göçmen işçiler, uluslararası şirketlerde çalışan taşeron işçiler gibi dezavantajlı gruplar için bu tür iş birlikleri hayati öneme sahip. Küresel sermayeye karşı küresel emek mücadelesi, işte tam da burada başlıyor.

İşçi Sendikaları: Türk-İş, DİSK ve Hak-İş’in Faaliyetleri

Türkiye’de işçi sendikalarının çatı kuruluşları arasında üç büyük konfederasyon ön plana çıkıyor: Türk-İş, DİSK ve Hak-İş. Bunlar hem toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde hem de işçilerin genel hak mücadelesinde aktif rol oynuyorlar. Ancak ideolojik farklılıkları ve yöntem yaklaşımları zaman zaman bu üç yapıyı birbirinden ayırıyor.

Türk-İş, en köklü ve üye sayısı en yüksek işçi konfederasyonudur. Genellikle daha merkezci bir çizgide durur, devlete ve işverene karşı denge politikası izler. Özellikle kamu işçileriyle yapılan TİS görüşmelerinde Türk-İş’in masada bulunması önemli bir ağırlık oluşturur.

DİSK ise daha radikal ve sol eğilimli bir sendika konfederasyonudur. Grev, yürüyüş ve eylem gibi araçları sıkça kullanır. Özellikle asgari ücret, taşeronlaşma ve işçi hakları konusunda en sert çıkışları DİSK’ten görürsün. Hak-İş ise daha muhafazakâr yapısıyla bilinir, iktidara daha yakın bir tutum sergiler. Genellikle kamu-özel ortaklığı olan projelerde etkinlik gösterir. Bu çeşitlilik aslında işçiye farklı tercihler sunar ama bazen ortak mücadeleyi zorlaştırır.


Kamu Görevlileri Sendikaları: KESK, Memur-Sen ve Kamu-Sen

Kamu görevlileri için Türkiye’de sendikal örgütlenme 1990’lı yıllardan sonra hız kazandı. Günümüzde üç büyük memur sendikası konfederasyonu öne çıkıyor: KESK, Memur-Sen ve Türkiye Kamu-Sen. Her biri farklı bir ideolojik zeminde duruyor ve buna göre politika üretiyorlar.

KESK (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu) daha çok sol görüşlü kamu çalışanlarını temsil eder. Eğitim-Sen, SES gibi sendikalar bu yapı altında toplanır. Genellikle demokratik haklar, grev hakkı, barışçıl eylemler ve özgürlük talepleriyle bilinirler. Eylemci yapılarıyla ön plandadırlar.

Memur-Sen, son yıllarda üye sayısı bakımından en güçlü konfederasyonlardan biri oldu. Daha muhafazakâr bir çizgide yer alıyor ve genellikle hükümete yakın bir tutum sergiliyor. Yüksek üye sayısı sayesinde kamu toplu sözleşmelerinde ciddi söz sahibi oluyor. Kamu-Sen ise milliyetçi duruşuyla tanınıyor. Vatan, millet, bayrak gibi değerleri önceleyen bir söylemle hareket ediyor. Tüm bu farklılıklar kamu çalışanlarına alternatif sunuyor ama aynı zamanda ortak taleplerde birleşmeyi de zorlaştırıyor.


Toplu İş Sözleşmesi Süreçleri ve Grev Hakları

Toplu iş sözleşmeleri (TİS), işçilerin ve işverenin haklarını belirleyen en önemli yasal süreçlerden biri. Bu süreç, sendika ile işveren arasında yürütülür ve çalışma koşulları, ücretler, sosyal haklar gibi konuları kapsar. TİS imzalanması için sendikanın işyerinde yetki sahibi olması ve gerekli prosedürleri tamamlaması gerekir.

Eğer görüşmeler tıkanırsa, arabulucu devreye girer. Arabulucudan da sonuç alınamazsa, sendika grev kararı alabilir. Bu grev hakkı anayasal bir haktır ama her sektörde uygulanamaz. Örneğin sağlık ve güvenlik gibi hayati sektörlerde grev yasaktır. Ancak üretim, tekstil, inşaat gibi sektörlerde grevler daha sık görülür.

Grev hakkı, işçilerin ellerindeki en güçlü pazarlık aracıdır. Ama kolay bir süreç değildir; hem maddi hem de psikolojik olarak yıpratıcı olabilir. Yine de bazı durumlarda işçiler başka çare bulamaz ve greve çıkar. İşte o zaman toplumsal destek çok önemli olur çünkü grev yalnızca işçilerin değil, aslında hepimizin meselesidir.


Sendikaların Asgari Ücret ve Çalışma Koşulları Mücadelesi

Asgari ücret her yıl belirleniyor ama belirlenirken masada her zaman işveren, devlet ve sendikalar yer alıyor. İşte sendikaların burada oynadığı rol çok kritik. İşçilerin gerçek geçim derdi, enflasyon karşısında yaşadığı sıkıntılar, kiralar, faturalar… Bütün bu meseleleri masaya taşıyan sendikalar oluyor.

Türk-İş, genellikle asgari ücret tespit komisyonunda işçiyi temsil eden sendika olarak görev alıyor. Her yıl geçim endeksi açıklıyor, açlık ve yoksulluk sınırı rakamlarını paylaşıyor. Ama sadece rakam paylaşmak yetmiyor. Bu mücadeleyi sürdürebilmek için işçilerin sendikalarına sahip çıkması gerekiyor.

Ayrıca sadece ücret değil, çalışma koşulları da sendikaların mücadele alanında. Fazla mesailer, izin hakları, iş güvenliği, mobbing gibi konular da sendika talepleri içinde yer alıyor. Çünkü iyi bir iş sadece yüksek maaşla değil, güvenli ve huzurlu bir ortamla mümkün olur. Bu yüzden sendikalar hem cebimizi hem sağlığımızı korumak için var.

İşçi Sağlığı ve Güvenliği: Sendikaların Öncelikleri

İşçi sağlığı ve güvenliği konusu, sendikaların gündeminde her zaman en ön sırada yer alır. Çünkü bir işyerinde can güvenliği yoksa, ne maaş ne de izin hakkının bir anlamı kalır. Her gün haberlerde gördüğümüz iş kazalarının çoğu, aslında önlenebilir nitelikte. İşte burada sendikaların rolü devreye giriyor.

Sendikalar, işyerlerinin güvenlik önlemlerini almasını takip eder, çalışanların riskli koşullarda çalıştırılmasına karşı çıkar. Aynı zamanda üyelerine bu konuda eğitimler vererek bilinç düzeyini artırırlar. “Önce insan, önce yaşam” anlayışıyla hareket ederler. Zaten iş kazaları sonrası en çok ses çıkaran ve kamuoyunu harekete geçiren hep sendikalar olur.

Birçok sendika, iş sağlığı ve güvenliği kurullarında temsilci bulundurur. Bu temsilciler, sahadan gelen bilgileri merkeze ileterek önleyici adımların atılmasını sağlar. Ayrıca meslek hastalıkları, koruyucu ekipman eksiklikleri, fazla mesai kaynaklı tükenmişlik gibi konularda da mücadele ederler. Çünkü sendikalar için mesele sadece çalışmak değil; güvenli ve sağlıklı çalışmaktır.


Türkiye’de Sendikal Haklara Yönelik Yasal Düzenlemeler

Sendikal haklar, Türkiye’de Anayasa ve ilgili yasalarla güvence altına alınmış durumda. Ancak işin uygulama kısmı çoğu zaman bu kadar net değil. Kağıt üstünde “herkes sendikaya üye olabilir” yazıyor ama pratikte birçok işçi bu hakkını kullanmaktan çekiniyor. Çünkü hâlâ bazı işyerlerinde sendikalaşmak “yasaklı konu” gibi görülüyor.

Sendikal haklarla ilgili temel yasa 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’dur. Bu yasa sendika kurmayı, üye olmayı, toplu sözleşme yapmayı ve grev hakkını düzenler. Ama işverenin baskısı, işten çıkarma tehdidi, fişleme gibi uygulamalar yüzünden birçok kişi bu haklarını kullanamıyor. İşte bu yüzden yasal düzenlemenin yanında güçlü bir sendikal bilinç de şart.

Devlet zaman zaman bu alanda iyileştirme yaptığını söylese de, uluslararası kuruluşların raporlarında Türkiye’nin sendikal özgürlükler açısından düşük puan aldığı görülüyor. Yani yasa var ama uygulamada sorunlar hâlâ büyük. Bu nedenle hem mevzuatın güçlendirilmesi hem de işverenlerin tutumunun değişmesi gerekiyor. Ve tabii ki işçilerin sendikalarına sahip çıkması da en önemli adım.


Gençler ve Kadınlar Arasında Sendikalaşma Oranları

Sendikalara üyelik oranlarına bakıldığında gençler ve kadınlar ne yazık ki en düşük temsil oranına sahip gruplar arasında. Oysa iş gücünün önemli bir bölümünü oluşturan bu iki kesim, sendikal mücadelenin de bel kemiği olmalı. Çünkü gençler geleceği, kadınlar ise toplumsal eşitliği temsil ediyor.

Gençlerin sendikalara uzak kalmasının en büyük nedenlerinden biri, geçici işlerde ya da kayıt dışı alanlarda çalışmaları. Ayrıca sendikaların gençlere yeterince hitap edememesi, iletişim kopuklukları ve güncel sorunlara eğilememesi de bu kopukluğu artırıyor. Halbuki gençlerin enerjisi, dijital becerileri ve yeni bakış açıları sendikalara büyük katkı sağlayabilir.

Kadınlar tarafında ise ayrı bir sorun var: ayrımcılık ve mobbing gibi konular sendikal mücadelenin merkezinde yer almalı ama çoğu zaman geri planda kalıyor. Oysa kreş hakkı, doğum izni, eşit ücret gibi talepler sendikal gündeme taşınmalı. Son yıllarda bazı kadın odaklı sendikal gruplar bu konuda fark yaratmaya başladı ama yol uzun. Gerçekten kapsayıcı bir sendikal yapı için gençleri ve kadınları aktif olarak sürece katmak şart.


Sendikaların Ekonomik Kriz ve Enflasyona Karşı Eylemleri

Ekonomik kriz dönemlerinde sendikaların sesi daha gür çıkıyor. Çünkü enflasyon yükseldiğinde, alım gücü düştüğünde, fatura kabardığında ilk etkilenen kesim her zaman emekçiler oluyor. Bu noktada sendikalar, maaşlara yapılacak zam oranlarını masaya taşıyor, gerekirse sokağa inerek hükümet ve işveren üzerinde baskı kurmaya çalışıyor.

Son yıllarda yaşanan yüksek enflasyon, hayat pahalılığı ve döviz krizi gibi gelişmeler, sendikaların eylemlerini artırdı. “Geçinemiyoruz” yürüyüşlerinden grev çağrılarına kadar pek çok protesto organize edildi. Bu tür eylemler, sadece işçilerin değil, toplumun geniş kesimlerinin dikkatini çekiyor. Çünkü kriz herkesin cebini yakıyor.

Sendikalar bu süreçte yalnızca ücret talep etmiyor. Aynı zamanda vergi dilimlerinin düzenlenmesi, enerji ve temel gıda gibi alanlarda devlet desteği sağlanması gibi taleplerle de sahada oluyorlar. Yani bir maaş mücadelesinden öte, toplumsal adalet ve ekonomik refah için de ses çıkarıyorlar. Ve bu sesin duyulması için kamuoyu desteği her zamankinden daha önemli.


Uluslararası İş Birlikleri: Türkiye Sendikalarının Küresel Ağı

Dünyanın her yerinde emek mücadelesi veriliyor. Türkiye’deki sendikalar da artık bu mücadeleyi sadece yerel değil, uluslararası ölçekte sürdürüyorlar. Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC), Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) gibi yapılara üyelikler yoluyla küresel dayanışmalar kuruluyor.

Bu iş birlikleri sayesinde Türkiye’deki sendikalar sadece kendi ülkelerinde değil, diğer ülkelerde yaşanan sorunlara da ortak oluyor. Maden kazaları, işçi ölümleri, tekstil işçilerinin hakları gibi konular artık sınır ötesi mücadele alanı haline gelmiş durumda. Özellikle tekstil ve inşaat sektöründe Türkiye’nin dünya çapında bağlantıları var ve bu durum sendikal ilişkileri de etkiliyor.

Ayrıca bu uluslararası ağlar, Türkiye sendikalarına hem stratejik bilgi hem de moral destek sağlıyor. Örneğin bir grev sırasında Avrupa’daki bir sendika dayanışma mesajı yayınladığında ya da finansal destek gönderdiğinde, bu hem motivasyonu hem de görünürlüğü artırıyor. Küresel düşünmek, yerelde kazanmak için artık kaçınılmaz bir strateji.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Benzer Yazılar

Benzer bir yazı bulunamadı.